23 Aralık 2015 Çarşamba

Amca & Yeğen "Sofya - Belgrad - Üsküp" başkentler gezisi

Motosikletle yurt dışına ilk kez çıkacağım için çok heyecanlıydım. Sakarya Nehirkent'ten amcam Vedat'ın da bana FZ6'sıyla katılmaya karar vermesi iyi olmuştu. Yalnız olmayacak ve daha çok eğlenecektik.
Mahmutbey gişelerde amcamla buluştuk. Acele etmeden sık mola vererek başladık geziye. İlk akşam Sofya'da arkadaşım Özgür'de kalacaktık. Öyle de oldu..





Özgür bizi mükellef bir sofrayla karşıladı. Aslen Silistralı olduğundan dedesinin kendi elleriyle yaptığı kayısı rakısının tadına baktık. Sabah 5'e kadar oturmuşuz. Özgür: burdan sonra nereye gideceksiniz? diye sorunca, Üsküp'e dedik.O'da neden Belgrad'a gitmiyorsunuz buradan daha yakın deyince planı yenileyip rotayı Belgrad'a çevirdik. Ertesi gün biraz şehri gezdik ve o sırada Sofya'da kalan Vedat amcamın arkadaşı Kemal abiyle buluştuk. Akabinde öğleden sonra Belgrad'a teker çevirdik. 






Sırp denarlarımızı da aldık. Niş - Belgrad arası dümdüz ve güzel bir otoban. Ayrıca Niş'te çok güzel doğa manzaraları da vardı.

Akşam üzeri vardık Belgrad'a. Hava neredeyse kararmıştı. Önce birkaç otele yer/fiyat sorduk. Kişi başı 70 Euro + 5 Euro otopark parası isteyince biraz daha bakınalım dedik. Ve bakınırken kaybolduk. Şehrin saçma sapan "gerçek" yüzüyle tanıştırdı bizi bu kaybolma.  

Sırplar Osmanlıdan kalma kuyruk acılarından dolayı Türkleri hiç sevmiyorlar. Kaybolduğumuz yer Belgradın dar ve karanlık sokaklarında uyuşturucu satıcıları, fahişeler ve sırp psikopatlarının cirit attığı, polisin girmek istemediği türden bir yermiş. Ayrıca burası labirent gibi bir yer olduğu için bir türlü de çıkamıyor, üst üste aynı evlerin önünden geçerek daha çok taciz ediyorduk bu sevimsiz kalabalığı istemeden. 

Daha sonra bir polis görünce şehrin merkezine nasıl dönebileceğimizi sorduk ancak polis bizi neredeyse tutuklayacaktı. (Her tarafımızda Türk bayrakları olduğundan nereli olduğumuzu tahmin etmeleri pek zor olmuyor.) Pasaportlarımızı aldılar. Önce bizi bir yere götürmek istediler, gitmek istemediğimizi bir yanlışlık olduğunu ve kaybolduğumuzu söyledik. Zor bela pasaportları geri aldık. Adamların nefret dolu bakışlarını geride bırakarak kendi başımızın çaresine bakmaya karar verdik. 
İngilizce bilen yaşlı bir sırp bize şehrin merkezine nasıl gidebileceğimizi tarif etti de öyle bulduk yolumuzu. Belgrad City Oteline kendimizi attığımızda saat 23 sularıydı. 




Sabah otelin nefis kahvaltısıyla karnımızı doyurduk. Şehri gezmeye çıktık.


Osmanlıdan kalma birçok eser var. İsimleri bile aynı: Kalemejdan, Tajmejdan, Baruthane vs.. 


Belgrad'ın içinden Tuna ve Sava nehirleri geçiyor. İki nehrin arasında da bir ada var. Manzara gerçekten göz alıcı. 



Sokullu Mehmet Paşa'nın çeşmesinden susuzluklarını gideren Sırplar. 


Defterdar Kapısı


Kaledeki Osmanlı eserlerini inceleyen Türkiye'den gelen Müsteşarlık heyeti.


Silahdar Damat Ali Paşa Türbesi


Kaleyi dedelerimiz yaptırmış deyip, kapatıyoruz kapısını Sırplara :))


Şehir merkezi hareketli ve çok kozmopolit. Barlar, kafeler, sokak sanatçıları, heykeller vs.. 


Şehir turumuzu tamamladıktan sonra akşam üzeri 4 -5 arası Üsküp'e kırdık dümeni. Üsküp'e vardığımızda saat neredeyse gece 12 olmuştu. İlk bulduğumuz otele daldık. Biraz yemek ve içkiden sonra yorgunluktan sızmışız. Ertesi gün öğlen kalktık ve şehri gezdik. 


Sanırım bu gezide yaptığımız en büyük hata yolculuğu geç saatlerde yapmak, dolayısıyla gideceğimiz yere geç varıp ertesi gün aynı kısır döngüye girmek. Bir daha ki gezi daha planlı sürüşler ve varışlar içerecek. Yoksa bünye dayanmaz. 






Yine gece yarısı Bulgaristan'a geçtik. Hedef Plovdiv. Saat 02 civarı Plovdiv'e geldik.. Hotel'e yerleşip nöbetçi tekel bayiini bulduk. Sabah şehri gezemeden, dönüş için de sabırsızlandığımız için çevirdik gazı İstanbul'a.







5 gün süren gezimizde 3000 km'den fazla yol yaptık. Hızlı ve çokça tecrübe kazandırıcı bir gezi oldu. Dede yadigarı toprakları ziyaret ettik, Makedonya'da inanılmaz fazla Türk varmış, bunu da öğrendik. Ancak hala Türkler sevilmiyor hem de hiç bir yerde.. 

Türk'ün Türk'ten başka dostu yokmuş bir kez daha anladık.. 


9 Kasım 2015 Pazartesi

Pastırma yazı kaçamağı.

Kasım ayının başlarındayız. 2 aydır motorla doğru düzgün bir şeyler yapamadım. Geçen yıl bu aylarda yaptığım Erdek - Avşa turunun bir benzerini bu defa eşimle Burhaniye Pelitköy'den başlayarak yapmaya karar verdim.

Her zaman olduğu gibi son dakika İDO bileti alındı hatta Özlem'e de bileti aldıktan sonra haber verdim. Klasik ben :)  Plan şu: 7 Kasım sabah 7'de feribotta olucaz 8 kasımda akşam da evde. Arasını da yine doğaçlama gelişmelerle doldururuz dedik. Çocukların hafta sonu ödevleri erkenden yaptırıldı. Motora yeni lastikler taktırıldı. Sağ aynanın sabit durması için gereken parça onarıldı. Vira bismillah dedik başladık. gezimize.


Sabah 05:30 sandviçlerimizi hazırlayarak başladık. Derken bizim eviye bataryası arızalandı durduk yerde. Sabahın köründe. İlk önce az, sonra daha fazla su kaçırmaya başladı.


Evden çıkmadan önce sayacın önündeki salmastradan kapattık. Eski batarya görevini 13 yıl sürdürmenin onuruyla emekliye ayrıldı. Özlem yenisinin nasıl olması gerektiğini daha eskisini sökmeden anlatmaya başladı. ( Bazen diyorum ki; gece kalkıp evdeki beğenmediği eşyaları bilerek mi bozuyor acaba ) Yola çıkmadan önce bunu olabildiğince az düşünmeye çalıştım. Keyfimi hiçbir şeyin kaçırmasına izin vermiycem. 


Atımızı güzelce bağladıktan sonra salona çıktık.


Salonda yerimizi aldıktan sonra öküzdoyuran sandviçlerimizi açıp yumulduk. İçeriğini yazmıycam çünkü yazarken acıkıyorum. Yanımızdaki pencereden güneşin ilk ışıklarıyla beraber deniz yüzeyini de gördük. Rüzgarsız hava, pürüzsüz deniz karnımız doyunca daha ne isteriz :)


Bandırma'dan 9,30 gibi hareket ettik. Yolda Manyas gölü Kuş Cennetine uğradık. gittiğimizde 36 yıllık çalışanı Mehmet abi karşıladı bizi sağ olsun. Müzeyi gezdik, Gözetleme kulesinden dürbünle kuş gözlemledik. Mayıs ayında tür yoğunluğu bakımından çok zengin olduğunu da öğrendik. O aylarda çocuklarla birlikte tekrar gelmek üzere ayrıldık Manyas'tan. 











Susurluk'tan sonra Savaştepe, İvrindi'den Edremit'in güneyinde bulunan Burhaniye'ye çıkmayı planladık. Burası bu yaz Foça'ya giderken aynı zamanda kamp kurduğumuz güzel bir belde. Çevresini biraz daha gezelim dedik. 


Pelitköy'e çıktık. Kahvesinde, parkında, bakkalında takıldık. Eski evlerin dar ve taş sokaklarında ruha iyi gelen bir vakit geçirdik diyebilirim.  İnsanlarla tanıştık. Bol bol çay içtik ve tüm ısrarlara rağmen hesap ödeyemedik. İleride buna benzer bir yerde köy hayatına geçmeyi umarak buradan ayrıldık.


Hava soğuk olmasa da yine de çok sıcak sayılmazdı. Özlem'in en çok elleri üşüyor durduğumuz yerde ısınmak için güneşlendi.


Aslında Güre'de ya da Bayramiç'te termal bir yerde konaklayalım dedik ama yıllar önce kaldığımız Küçükkuyu'da bir Türk kahvesi için mola verdiğimizde burada kalmaya karar verdik. Daha önce konakladığımız ve adı Hera olan işletmenin sahipleri değişmiş. Cengizhan otel olarak aile işletmesine dönüşmüş. Güzel de olmuş. Akşam yemeğimiz için balıkçıdan tekir aldık ve pişirttik. Otelimize de güzel bir salata yaptırıp kurulduk masamıza. Emekli tayfası akşamları bizim otelde toplanıyormuş. Birbirinden ilginç ve neşeli insanlar. Sürekli aynı mekanda buluşan insanların enerjisi yüksek olur. Bunlarınki de zirvedeydi. Aralarında sataşmalar, laf giydirmeler, eski defterleri açmalar.
 Neler neler.. 





Pazar sabahı kalktığımızda dünün yorgunluğundan eser yoktu. Önce sahilde bir yürüyüş yaptık. Ardından guruldayan midelerimizin sesine kulak verip, akşamdan gözümüze kestirdiğimiz bir boşnak börekçisine vardık. Boşnak böreğinin tüm çeşitlerinden söyledik yanından taze demlenmiş çayla misler gibi kahvaltımızı ettik. 

Zeytin hasadı zamanı olduğundan etrafta hasat için erkenden toplanan insanlar arabalarla zeytinliklere gidiyorlardı. Burada da çok Suriyeli varmış. Sahil güvenlikteki bir rütbelinin demesine göre kaçakçılar insan başı 1500 euro alıyorlarmış. Yakalanınca da para cezasıyla serbest kalıyorlarmış. Midilli adasına en yakın yer Assos olduğundan genelde göçmenler orasını tercih ediyorlarmış. Sadece 7 km mesafede olduğunu söylediler.

Eşyalarımızı toplayıp otelden ayrılırken saatlerimizi de geri almamızla 8,30 oldu. 


Yolda Nusratlı köyüne uğradık. Dik ve toprak olan yoldan inerken, bu yolculuğa çıkmadan önce lastikleri değiştirdiğim için kendime teşekkür ettim. Yolun belli kısımlarına artık "yol" demek  bile zordu.  Bir yerde ciddi bir düşme tehlikesi geçirdim. 


Nusratlı'da biraz terledikten sonra daha önce hiç gitmediğimiz Bayramiç'e çevirdik rotayı. Bir solukta vardık Bayramiç'e. Hemen merkezinden dağlarına doğru tırmanmaya başladık birkaç köy geçtikten sonra hava buz gibi oldu. Çamdağ adındaki köye girdik. Çay molası. Siz nasıl İstanbullusunuz dediler. Neden diye sorunca, benziniz solmamış ta ondan diye cevabı yapıştırdılar. Biz de fırsat buldukça kaçıp geliyoruz buralara ondandır deyince hoşlarına gitti. Köyde kazanlarla yemekler hazırlanıyordu. Akşama düğün var dediler.  Köyün son kızı veriliyormuş. Kız dediyseler yaşı artık otuz olmuş. Onu bunu beğenmeye beğenmeye bu yaşa kalmış. Kahvede odun sobası yanıyordu. İçerisi sıcak, insanlar sevecen ve içtendi. Hesap ödemeye gelince klasik muhabbet. Olurdu olmazdı. Atıp parayı kaçıyoruz. 

Buradan Çanakkale'ye dağ yollarından ve köylerinden gidilebilecek bir güzergah  hazırlıyoruz. İyi de yapıyoruz. Yolda bir deve kervanına denk geldik. Süslemişler püslemişler gezdiriyorlar. Biraz masal gibi oldu bununla karşılaşmak. 



Deniz seviyesinden oldukça yüksek dağların tepelerinde gidiyorduk. Etrafımızda bitki örtüsü kızılçam ormanlarından ibaret. Ara sıra yolda bizim Çatalca taraflarında da olan erika otu öbekleri vardı. Ormanlarda mantar mevsimi olduğundan kanlıca mantarı toplanıyordu. Ellerine kovaları alanlar ormanın içine dalıyordu. Birden Özlem durmamı istedi. Bizim karaca mantarından gördüğünü inip toplamak istediğini söyledi. Böylece bizde mantar toplayıcıları arasında yerimizi aldık. Akşam yemeği için fazlasıyla mantar topladık. 



Kilitbahir feribotuna da kıl payı yetiştik. Limanda hiç beklemeden karşıya geçtik. 



Buradan sonrası sık sık kullandığımız bir yol olduğundan sıkıcı geçti. Çok fazla oyalanmadan eve geçtik.Daha okula hazırlanması gereken iki çocuk, ütü yapması gereken bir anne, pişirilmeyi bekleyen karaca mantarları, değişim bekleyen bir mutfak bataryası ve yorgunluk rakısı isteği eve yaklaştıkça artan biri vardı. 



Bütçe 
2 gün 1 gece 
800 km + ido + konaklama + yemekler
550 TL 

Kitap
Elif Şafak - Ustam ve ben

Müzik
Muammer Ketencoğlu - Uçun kuşlar İzmir'e doğru